DEPREMLE YAŞAMAK (27.01.2020)

Şimdi yazacağım öyküyü daha evvel okumuş olabilirsiniz. Ancak geçen hafta yaşadığımız Elazığ depreminden sonra bu öyküyü yeniden hatırlatmak istedim.
Hikâye, 19.yüzyılda geçer. Bir Japon balıkçı köyü, çok büyük bir deniz dalgası olan tsunami yüzünden yerle bir olur. Aslında bu, yeni bir olay değildir. Çoğumuzun bildiği gibi tsunamiler önceden herhangi bir belirti vermeksizin ortaya çıkarlar ve yerleşim yerlerini yıkıp pek çok insanın ölümüne neden olurlar.
Köylüler tsunamilerin hiçbir belirti vermeden her an oluşabileceğini, bunları önceden bilmek ya da önlemek konusunda herhangi bir şey yapamayacaklarını düşünürler. Kaçınılmaz kadere boyun eğmeyi öğrenmişlerdir.
Öykü geliştikçe ciddi bir gerçek açıkça ortaya çıkar: 
Köyü yerle bir eden her dev dalgadan sonra hayatta kalanlar; evlerini, deniz kıyısı boyunca aynı yerlere yeniden inşa ederler. İşin daha da ilginci, evlerin tüm pencere ve kapıları deniz tarafında değil de, iç tarafa bakacak şekilde yaparlar. Köylüler bunu kaçınılmaz felaketin tekrar ne zaman kapılarını çalacağını görmemek için yaparlar.
Hikâyenin özünde, genç bir balıkçı vardır. Genç balıkçı, geleneklere karşı çıkıp, evinin kapı ve pencerelerini denize bakacak şekilde yapar. O, tsunaminin ne zaman tekrar geleceğini bilmekten yanadır. Diğerleri ise bu hareketi büyük bir aptallık olarak görürler. 
Ölümün yaklaştığını kim görmek ister? 
Yeni neslin temsilcisi olan genç balıkçı, ölümün yaklaştığını beklemek yerine felakete hazırlıklı olmak ve ailesini korumak amacıyla deniz hakkında daha çok bilgi edinmek için çalışır. Dev dalgalarla başa çıkmaya yarayacak bir strateji geliştirmek için, günler boyu denizi seyreder. Denizde olup biten her olayı, her değişikliği, bir kenara kaydeder. Bir sonraki fırtınanın ne zaman olacağını, fırtınanın yaratacağı dalganın hızını, suyun miktarını ve rüzgârın şiddetini tahmin etmeye çalışır. 
Acaba bir sonraki fırtına, mevsimin gereği olan normal bir doğa olayı mı olacaktır ya da bir canavarın soluğunu andıran bir tsunami mi?  İşte bütün mesele bunu öğrenmektir.
Nihayet, ne yapacağı belli olmayan denizde gözlerini uzaklara dikip bir şeyler öğrenmeye çalışan genç balıkçı; yaklaşan tsunaminin belirtilerini anlamış, değişime kucak açmış, doğal afetten kurtulabilecek bir strateji bulmayı başarmıştır. 
Tabi ki, çılgın denizi kontrol edemiyordu. Bu olanaksızdı ama kendi tepkilerini en etkili biçimde yönetebiliyor, sürekli olarak aldığı yeni bilgileri, tepkilerini ayarlamak için kullanabiliyordu.
Günün birinde çok kuvvetli bir tsunami ile karşılaştılar. Genç balıkçı tsunamiyi sağ salim atlatmayı başardı. Oysa aynı köyden pek çok kişi, bu doğal afette yaşamını yitirdi. 
Hikâyemiz burada bitiyor ancak bu hikâyeden bir ders çıkarmamız gerekiyor.
Yaşadığımız coğrafya, bir deprem bölgesi. Yüzyıllardan bu yana ülkemizde pek çok şiddetli depremler olmuş. Bakın tarihlere, bakın geçmiş olaylara, araştırın, göreceksiniz. Ancak biz ders almıyoruz, araştırmıyoruz, tedbir almıyoruz. Sonrasında kaybettiğimiz canlar için ağıtlar yakıyoruz. Oysa Japonya gibi depremle yaşayan ülkeler bunu çözmüşler…
Şu sıralarda Elazığ’da yaşanan şiddetli depremin yaralarını sarmaya çalışıyoruz. Başımız sağ olsun, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Devletimizin, sivil toplum kuruluşlarının, kurtarma ekiplerinin canla başla gayretlerini izliyor, takdir ediyoruz.
Ancak Japon balıkçı öyküsü gibi yaşananlardan dersler çıkaralım. Deprem gerçeğine sırtımızı dönmeyelim. Teknolojiden, bilimden yararlanalım. Depremle yaşamamız gerektiği gerçeğini görmezden gelmeyelim. Başka toplumların yaptığı çalışmalardan yararlanalım.
Kentlerimizi, şehirlerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi bu gerçeğe göre yeniden planlayalım ve yapalım. Tedbir almamanın ölümcül bir hata olduğunu hep hatırlayalım.     
Kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanmasını bilelim.
Deprem için yeni stratejiler üretelim ve bunlara uyum sağlayalım. 
Vatandaşlarımızı bilinçlendirelim, herkesi yeniden eğitelim.
Şimdi tam zamanıdır, ihmal etmeyelim.
Depremle yaşamayı öğrenelim.

Mehmet Ali Bayraktar
mab@malibayraktar.com