AŞI (18.01.2021)

İnsanlığın enfeksiyon hastalıklarıyla mücadelede ulaştığı en büyük başarı, çiçek hastalığının yok edilmiş olmasıdır. Adım adım gerçekleşen bu başarının bir ayağı da Türk Usulü Çiçek Aşısı’dır.  Günümüzden 300 yıl evvel Çiçek Aşısı Avrupa'ya, Edirne'den yayılmıştır.
1716 yılında eşinin Osmanlı Elçiliğine atanması ile İstanbul’a gelen Lady Mary W.Montagu, 1717 yılının bahar aylarında Edirne’ye uğramış ve burada yaklaşık iki ay kalmıştır. 
Montagu, küçükken çiçeğe yakalanmış, yüzünde kalan izlerle hastalığı atlatırken erkek kardeşi bu hastalıktan hayatını kaybetmiştir. Lady Montagu’nun 1 Nisan 1717’de İngiltere’deki arkadaşı Sarah Chiswell’e Edirne’den yazdığı mektup, çiçek aşısı tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Montagu, mektubunda şöyle yazmış:
“…Bizde yaygın olan bu zalim çiçek hastalığı, burada aşı dedikleri bir usulle zararsız hale getirilmiş. Aşılanma için en uygun zaman sonbaharın başlangıcıdır. Sonbaharda bir kaç aile, aşıcılığı sanat edinmiş bir yaşlı kadını çağırıyor. Aşıcı kadın, iğne ile çizdiği yere ceviz kabuğundaki çiçek cerahatini koyup, küçük yarayı ceviz kabuk parçasıyla sarıyor. 
Sekiz gün sonra ateşlenen çocukların yüzlerinde az sayıda kabarık çıkıyor fakat bunlar iz bırakmıyor. Herhangi bir kimsenin bu aşıdan öldüğüne dair bir örnek yoktur. Aşının yararından o kadar eminim ki, küçük oğlumu aşılatmak niyetindeyim. Bu faydalı icadı İngiltere’de yaymak için gayret sarf edecek kadar vatanseverim.’’
Lady Mary W.Montau, çok geçmeden beş yaşındaki oğlu Edward’ı aşılattı. Ülkesine döndükten sonra Türk Usulü Çiçek Aşısı’nın İngiltere’de benimsenmesi için çalıştı. Bu arada Londra’da büyük bir çiçek salgını çıkınca, dört yaşındaki kızını da İngiltere Kraliyet Derneği üyesi doktorlarının önünde aşılattı.
Aşının güvenirliğinin kontrolü için Newgate Hapishanesi’nden altı ölüm mahkûmuna 20 Ağustos 1721 tarihinde Türk Usulü Çiçek Aşısı yapıldı. Aşılanan mahkûmlara bir şey olmayınca Kraliyet Ailesi, seçkinler ve pek çok politikacı çocuklarını aşılatmaya başlattı.
1722 yılında İngiltere Sarayından iki prensin aşılanmasının ardından, Türk Usulü Çiçek Aşısı Avrupa’da yayıldı. Edward Jenner, 1796’da inekten insana çiçek aşısını keşfedinceye kadar, Türk Usulü Çiçek Aşısı bu hastalığa karşı insanlığın tek umuduydu. 
Yani biz Türkler, bu aşı işini geçmişte başarı ile uygulamışız.
Cumhuriyet döneminde de aşıya önem vermişiz, başarılı işler yapmışız. 
27 Mayıs 1928’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, hızla yayılan enfeksiyon hastalıkları ile mücadele etmek için kuruldu. 1931 yılında BCG aşısı 1937’de kuduz serumu, daha sonra da difteri, tetanos, boğmaca ve her türlü tedavi serumu üretmeye başladı. 1948’de boğmaca, 1950’de influenza aşısı üretimine geçildi. 
Bu güzide kurum, ne yazık ki 2004 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı. 
Dışarıdan aşı ve serum almak, daha kolay bir yöntem sanıldı. Oysa doğru değildi.
Şimdi, Covit-19 ile mücadele eden tüm insanlık, aşı olmak için sıra bekliyor. Ülkemize Çin’den getirilen aşılar, önce sağlık çalışanlarına yapıldı. Aşılama risk gruplarına göre devam edecek. Tabi dışarıdan aşı geldiği sürece…
Sağlığın değerini çok daha iyi anladığımız bu günlerde, ülkemizde de aşıyı bulma çalışmaları sürüyor. Ancak keşke aşıyı daha evvel bulacak laboratuvarımızı ve o kurumu kapatmasaydık. Kendi aşımızı kendimiz bulup, kendi insanlarımıza hızlıca sunabilseydik. Dövünmenin bir yararı yok ama alınacak önemli bir ders var.
Bıon-Tech Aşısını geliştiren Uğur Şahin ve Özlem Türeci, tüm dünyaya umut, Türk bilim insanlarına örnek oldular. Unutmayalım; Türkiye, yeni nesil aşı ve serum üretebilecek kapasiteye sahiptir. Yeter ki, bilim insanlarımıza çalışma ortamı ve imkânlar sunulsun. 
Tıpkı geçmişte olduğu gibi, başarırız.
Aşıyı bulalım, aşı olalım…  

Mehmet Ali Bayraktar
mab@malibayraktar.com